Atatürk'ün İlkeleri

Cumhuriyetçilik:
Batı dillerinde
cumhuriyetin karşılığı, ulusun kendisini yönelmesidir. Cumhuriyete hayat
veren damarların başında ise demokrasi geliyor. Gerçek cumhuriyet
rejimlerinde sistemin demokrasi ile olan ilişkisi çok önemlidir. Çünkü
iç ve dış tehlikelere karşı cumhuriyet kendisini, demokrasinin gerekleri
içinde koruyacaktır. Bunun dışına çıkılırsa; demokrasi ile cumhuriyet
arasında kopukluk başlar. Eğer böyle olursa en büyük zararı cumhuriyetin
yine kendisi görecektir. Demokrasiyi benimsemiş siyasî rejimlerde,
özgürlüklerin kullanılma alanları demokrasinin kuralları ile
sınırlandırılmıştır. Cumhuriyet rejiminde kimsenin sınırsız hak ve
hukuku yoktur. Çünkü demokrasilerde; kişilerin, dolayısıyla, toplumların
özgürlükleri, hukuk yolu ile güvence altına alınmıştır. Bunların
sınırları da adaletin kalemi ile çizilmiştir.
29 Ekim 1923'te ilân
edilen cumhuriyetin alt yapısını Atatürk aşama aşama nasıl hazırlamıştı?
Cumhuriyet, lâik bir sistem üzerinde kurulacaktı. Yani cumhuriyet
idaresinde ne halifeye ne de onun kalıntılarına yer vardı.
Cumhuriyeti adaletli
bir hukuk sistemi koruyacaktı. Cumhuriyetin genç kuşakları çağ dışı
kişiler tarafından değil, bağımsızlık ve hürriyetin değerini bilen
öğretmenler tarafından yetiştirilecekti. İmparatorluktan kalan mantık
dışı ne varsa hepsi kaldırılacak, cumhuriyetin temelini ilim
oluşturacaktı.
Bilgisiz ve bilinçsiz
bir halk topluluğunun ulus olma hakkına sahip olamayacağını vurgulayan
Atatürk, ulusun bilinçlendiği oranda hak ve hukukuna sahip çıkacağını
biliyordu. Bu nedenle eğitim ve kültüre çok önem vermiştir. O'nun, bir
bakıma kültürü, cumhuriyetin temellerinden biri olarak görmesindeki
neden budur.
Atatürk,
cumhuriyetçilik ilkesiyle ilgili görüşlerini birçok kez dile
getirmiştir:
"Türk Milleti, halk
idaresi olan cumhuriyetle idare olunur." (Afet İnan-Medeni Bilgiler ve
M. Kemal Atatürk'ün El Yazılan sh. 352)
"Türk Milleti'nin
yaradılışına ve karakterine uygun idare, cumhuriyet idaresidir. Bu günkü
Hükümetimiz doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden
yaptığı bir devlet teşkilatı ve hükümetidir ki, onun adı cumhuriyettir.
Artık hükümet ve millet arasında geçmişteki ayrılık kalmamıştır. Yönetim
halk, halk yönetim demektir." (Söylev ve Demeçler C.III. sh. 75, C. II
sh. 230)
"Demokrasi prensibi,
egemenliği kullanan araç ne olursa olsun, esas olarak milletin
egemenliğine sahip olmasını ve sahip kalmasını gerektirir. Bizim
bildiğimiz demokrasi siyasaldır. Onun hedefi, milletin idare edenler
üzerindeki kontrolü sayesinde siyasal özgürlük sağlamaktır." (Afet
İnan-M. Kemal Atatürk'ten Yazdıklarım, sh. 71,73)
Halkçılık:
Devrim
tarihimizde önemli bir yeri olan 1924 ve 1961 Anayasalarında da yer
alan halkçılık ilkesi, demokrasinin temelini oluşturmaktadır. Bu ilkenin
ana özelliği ülke yönetiminin halkın elinde bulunmasıdır.
Egemenlik
bir zümre ya da ailenin elinde bulunmaz, halkın seçimle iş başına
getirdiği kişiler, ülkeyi yönetir. Halkçılık;
1.)Ülke
yönetiminin demokratikliği,
2.)Birey
ve sınıflara ayrıcalık tanınmaması, gibi öğelerden oluşmakta.
Eğitim
yoluyla aydınlanmış halk, ulusal egemenliğin güçlenmesi ve
demokrasimizin yaşamasında tek ve gerçek güvencedir.
Halkçılık,
Atatürk'ün önemle üstünde durduğu bir ilkeydi. Bu önemi açıklamalardan
anlıyoruz:
"Halkçılık
demek, devletin bütün kudret ve egemenliğinin halktan geldiğini, Türk
camiası içinde, fert, aile ve sınıf ayrıcalığı bulunmadığını, kanun
önünde herkesin eşit olduğunu İfade etmek demektir. Bu formül
demokrasinin ifadesidir." (A. Rıza Türel-İzmir Barosu Dergisi Sayı 8,
sh. 413)
"Türkiye
Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir." (Afet
İnan-Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk'ün El Yazıları sh. 351)
"Türkiye halkı, ırkça, dince ve kültürce ortak, birbirlerine karşılıklı
hürmet ve fedakârlık hisleriyle dolu, kaderleri ve menfaatleri müşterek
olan sosyal bir toplumdur." (Söylev ve Demeçler C. I. sh. 221)
"Bence,
bizim Milletimiz, birbirinden çok farklı çıkarları olan ve bu itibarla
birbirleriyle mücadele halinde buluna gelen çeşitli sınıflara malik
değildir. Mevcut sınıflar birbirinin tamamlayıcısı niteliğindedir."
(Söylev ve Demeçler C.II. sh. 82)
Laiklik:
"Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması" şeklinde
özetlediğimiz lâiklik ilkesi, Türk Devriminin vazgeçilmez bir unsurudur.
Demokratik olmanın da gereği...
Atatürk'e göre din, insanların vicdanlarında yer alması gereken
kutsal bir kavramdır. Bu düşünceden yola çıkan Gazi 31 Ocak 1923'de şu
sözleri söylüyordu:
"Bizim dinimiz en makul ve en tabii dindir. Ve ancak bundan
dolayıdır ki, son din olmuştur. Bir dinin tabi olması için akla, fenne,
ilme ve mantığa uyması gereklidir. Bizim dinimiz bunlara tamamen
uygundur."
Genç Türkiye Cumhuriyeti Devletinin sağlam temeller üzerine
oturtulabilmesi için, ilk önce devletin kurum ve kuruluşlarının
laikleştirilmesi gerekiyordu.
DEVLETİN LÂİKLEŞTİRİLMESİ
1.)Samsun’a çıkış. Amasya kararları, Erzurum, Sivas Kongreleri
ile ulusun kendi kaderini kendisinin belirlemesi ilkesinin vurgulanması.
2.)23 Nisan 1920'de T.B.M.M.'nin açılması. "Egemenlik kayıtsız
şartsız ulusundur" ilkesinin kurtuluşun ve kuruluşun simgesi olması.
3.)20 Ocak 1921 Anayasasının kabulü.
4.)1 Kasım 1921 Saltanatın kaldırılması.
5.)29 Ekim 1 923 Cumhuriyetin ilânı.
6.)3 Mart 1924 Hilafetin kaldırılması.
7.)20 Nisan 1924 Anayasasının kabulü.
8.)10 Nisan 1928 Anayasadan Türkiye Devletinin "Dinî islâmdır"
hükmünün çıkarılması.
9.) 5 Şubat 1937 Anayasada değişiklik yapılarak Türkiye
Devletinin cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, lâik ve inkılâpçı
olduğu hükmünün Anayasaya konması.
HUKUKUN LÂİKLEŞTİRİLMESİ
1.)8 Nisan 1924 Şer'î mahkemelerinin kaldırılması.
2.)30 Kasım 1925 Tekke ve Zaviyelerin kapatılması
3.)17 Şubat 1926 Türk Medeni Kanununun kabulü.
4.)22 Nisan 1926 Borçlar Kanununun hazırlanması.
5.)24 Kasım 1929 İcra, İflas Kanunlarının kabulü.
6.)15 Mayıs 1929 Deniz Ticaret Kanununun kabulü.
7.)5 Aralık 1934 Kadınlara Seçme ve Seçilme hakkının verilmesi.
EĞİTİMİN LAİKLEŞTİRİLMESİ
1.)3 Mart 1924 Tevhid-i Tedrisat (Öğrenimin Birleştirilmesi)
Kanunu
2.)5 Kasım 1925 Ankara Hukuk Fakültesinin açılması.
3.)26 Aralık 1925 Uluslararası Takvim ve Saatin kabul edilmesi.
4.)24 Mayıs 1928 Lâtin rakamlarının kabulü.
5.)1 Kasım 1928 Lâtin alfabesinin kabulü.
6.)10 Haziran 1933 Maarif Teşkilatı Hakkındaki Kanun’un kabulü.
7. )1 Ağustos 1933 Üniversiteler Kanununun çıkarılması,
Darülfûnun'un kaldırılması. İstanbul Üniversitesinin kurulması.
KÜLTÜRÜN LÂİKLEŞTİRİLMESİ
Kültürde lâikleşmenin yollan aranırken elbette örf ve âdetlere
bağlı kalınacaktı. Tarihten gelen hiçbir şey yok edilmeyecekti.
İşte bu düşünceden yola çıkılarak;
1.)30 Kasım 1925 tarihinde 677 sayılı Kanun ile Meclis
tarikatları yasaklıyor, tekke, türbe ve zaviyeler kapatılıyordu.
2.)25 Aralık 1925 tarihinde de Meclis tarafından şeyhlik,
seyyitlik, üfürükçülük, dervişlik, emirlik, falcılık, büyücülük,
muskacılık gibi san ve sıfatların kullanılması ve bunlara ait özel
kıyafetlerin giyilmesi yasaklanıyordu.
Atatürk'ün laiklikle ilgili görüşlerini Söylev ve Demeçlerinden
aktarıyoruz.
“Mensubu olmakla mütmain (tatmin) ve mesut bulunduğumuz
İslâmiyet dinini yüzyıllardan beri alışılmış olduğu üzere bir politika
aracı durumundan kurtarmak ve yüceltmenin kesin elzem olduğu gerçeğini
gözlüyoruz. Kutsal ve tanrısal olan inanç ve vicdâni kanaatlanmızı,
karışık ve dönek olan her türlü çıkar ve tutkusuna sahne olan
politikacılardan ve politikanın bütün organlarından bir an evvel ve
kesinlikle kurtarmak, milletin dünyevî ve uhrevî (ahretle ilgili)
saadetinin emrettiği bir zorunluktur." (Söylev ve Demeçler C. I. sh.
330)
“Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz biri milletin devamına
imkân yoktur. Yalnız şurası var ki, din, Allah ile kul arasındaki
bağlılıktır. Softa sınıfının din simsarlığına müsaade edilmemelidir.
Dinden maddî menfaat temin edenler, iğrenç kimselerdir. İşte biz bu
duruma karşıyız ve buna müsaade etmiyoruz." (Kılıç Ali-Alatürk'ün
Hususiyetleri, sh. 116)
"Artık Türkiye, din ve şeriat oyunlarına sahne olmaktan çok
yüksektir. Bu gibi oyuncular varsa kendilerine başka taraflarda sahne
arasınlar." (Söylev ve Demeçler C. III. sh. 76)
Devrimcilik:
Devrimcilik ilkesi, Atatürk İlkeleri arasında; eylem ve atılım
gibi kavramları içerisine alan tek ilkedir.
Atatürk, Büyük Söylevinin sonunda:
"Bu açıklamalarımla ulusal yaşamı sona ermiş varsayılan büyük
bir ulusun bağımsızlığını nasıl kazandığını ve bilim ve tekniğin en son
esaslarına dayalı ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya
çalıştım," diyerek çağdaş devlet kavramıyla devrimcilik ilkesinin
şaşmaz işaretini veriyordu.
Çağdaş devlet kuran bir ulusun, çağ dışı niteliklerden
kurtulması gerekirdi. İşte, Türk ulusunun, çağdışı niteliklerden
kurtulmak, çağdaşlaşmak için giriştiği atılımların tümü devrimcilik
ilkesinin kapsamı içine girer.
Devrimcilik, Atatürk İlkelerinin hemen hemen tümüyle birleşir.
Bütün bu ilkelerin ya neden ya sonuç olarak devrimcilikle sıkı bir
ilintisi vardır. Bu bakımdan devrimcilik, Atatürk İlkelerinin tümünü
gerçekleştirmeye, korumaya ve yaşatmaya kesin kararlılıktır.
Devrimleriyle yolumuzu aydınlatan Atatürk'ün bu konudaki görüşleri
şöyle:
"Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların gayesi Türkiye
Cumhuriyeti halkını tamamen modern ve bütün anlam ve biçimi ile uygar
bir toplum haline getirmektir. İnkılâbımızın asıl hedefi budur. Bu
gerçeği kabul etmeyen zihniyetleri darmadağın etmek zorunludur. Şimdiye
kadar milletin beynini paslandıran, uyuşturan ve bu zihniyette
bulunanlar olmuştur. Herhalde zihniyetlerde mevcut hurafeler tamamıyla
kovulacaktır. Onlar çıkarılmadıkça beyinlere gerçeğin ışıklarını sokmak
imkânsızdır." (Söylev ve Demeçler C. II. sh. 69)
"... Mes'ut inkılâbımızın aleyhinde düşünce ve duygu
taşıyanları aydınlatıp, doğru yolu göstermek, aydınlara düşen millî
görevlerin en önemlisi ve birincisidir." (Söylev ve Demeçler C. II. sh.
69) "
"...Memleket davalarının ideolojisini, inkılâplarımız yönünden
anlayacak, anlatacak, nesilden nesile yaşatacak kişi ve kurumları
yaratmak lâzımdır." (Söylev ve Demeçler C. I. sh. 386)
Milliyetçilik:
Milliyetçilik ilkesi ulusal savaşımızın çıkış noktasını
oluşturmuş ve tüm tutsak ulusların kurtuluş hareketlerine ışık
tutmuştur. Fransız Devriminden sonra dünyaya yayılan özgürlük
düşüncesinin tarihsel gelişimi içinde her ulusun kendi kaderini çizme
inancının doğal bir sonucudur bu ilke. Türk halkının ümmet olmaktan
kurtulup ulus haline gelmesi, Atatürk sayesinde olmuştur. Atatürk'ün
ulusuna inancı sonsuzdu. Ulusu ulus yapan öğelerin başında ise, ortak
değerler gelir. Milliyetçilik sözcüğü, bu değerleri de içine almakta. O,
devrim ve ilkelerinin, ulusa rağmen değil, ulusla birlikte yaşayacağını
biliyordu. Bu nedenle yeniliklerin ancak ve ancak ulus tarafından
benimsenmesi ile sonsuza kadar yaşayacağı inancındaydı.
Zaten bugün, Atatürk İlkeleri arasında yer alan milliyetçilik,
çağdaş anlamıyla; siyasetin ekonominin ve kültürün içinde yerini
almıştır.
"Türk milliyetçiliği, bütün çağdaş milletlerle bir ahenkte
yürümekle beraber, Türk toplumunun özel karakterini ve başlı başına
bağımsız kimliğini korumayı esas sayar. Bu nedenle millî olmayan
akımların memlekete girmesini ve yayılmasını isteriz." (Ş. Süreyya
Aydemir-Tek Adam C. III. sh. 450)
"Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz, Türk milliyetçi siyiz.
Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu toplumun fertleri ne
kadar Türk kültürü ile dolu olursa o topluma dayanan cumhuriyet de o
kadar kuvvetli olur." (Afet İnan-M. Kemal Atatürk'ten Yazdıklarım sh.
88)
"Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu,
Trakyalı ve Makedonyalı, hep bir milletin evlatları, hep aynı cevherin
damarlarıdır." (M. Kemal Kop-Atatürk Diyarbakır'da sh. 4)
Devletçilik:
Anayasamızda yer alan devletçilik ilkesi; toplumsal, ekonomik
ve kültürel kalkınmada devletin üstlenmesi gereken görevleri açıklar.
Genel anlamı ile, özel girişimin yetki ve gücü dışında kalan ekonomik
kalkınma ve örgütlenmeyi gerçekleştirme ilkesidir.
Genel olarak devletin iki ödevi vardır;
a)Ülke içinde güvenliği ve adaleti sağlayarak, yurttaşların
özgürlüğünü ve güvenliğini korumak.
b)Savunma için her an hazır bulunmak ve başka çare kalmazsa
ülkeyi silâhla savunmaktır.
Bunlardan başka devletin, bayındırlık, eğitim, kültür, sağlık,
tarım, ticaret ve sanayiye ilişkin ekonomik etkinliklerde de görevleri
bulunmaktadır.
Atatürk, devletçiliği şöyle açıklar:
"Bizim takip ettiğimiz devletçilik, bireysel çalışmayı ve
gayreti esas tutmakla beraber, mümkün olduğu kadar az zaman içinde
milleti refaha ve memleketi bayındırlaştırabilmek için, milletin genel
ve yüksek çıkarlarının gerektirdiği işlerde özellikle ekonomik sahada
devleti fiilen ilgili kılmak mümkün esaslarımızdandır."
Devletçilikle ilgili dile getirdiği diğer ifadeler ise
şöyledir:
"Bizim izlemeyi uygun gördüğümüz devletçilik prensibi bütün
üretim ve dağıtım araçlarını fertlerden alarak milleti büsbütün başka
esaslar içinde düzenlemek amacını güden, özel ve kişisel ekonomik
teşebbüse ve faaliyete meydan bırakmayan sosyalizm prensibine dayalı
kolektivizm, komünizm gibi bir sistem değildir. Özet olarak bizim
güttüğümüz "devletçilik" ferdi çalışma ve faaliyeti esas tutmakla
beraber, mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha, memleketi
bayındırlığa eriştirmek için, milletin genel ve yüksek menfaatlerinin
gerektirdiği işlerde özellikle ekonomik alanda, devleti fiilen
ilgilendirmektir."
“… Devletin siyasal ve düşünsel hususlarda
olduğu gibi bazı iktisadi işlerde de düzenleyici rolü prensip olarak
kabul edilmelidir. Buradaki güçlük; devlet ile ferdin karşılıklı
faaliyet alanlarını ayırmaktır. Devletin faaliyet sınırını çizmek ve
dayanacağı kuralları tespit etmek, diğer yandan da vatandaşın ferdi
teşebbüs ve faaliyet özgürlüğünü kısıtlamak, devleti yönetmekle yetkili
kılınanların düşünüp tayin etmesi gereken bir meseledir. Prensip olarak
devlet, ferdin yerine geçmemelidir. Fakat, ferdin gelişmesi için genel
şartları göz önünde bulundurmalıdır. Bir de ferdin kişisel faaliyeti,
ekonomik gelişmenin esas kaynağı olarak kalmalıdır. Fertlerin
gelişmesine engel olmamak, onların her bakımdan olduğu gibi özellikle
ekonomik alandaki özgürlük ve teşebbüsleri önünde, devletin kendi
faaliyeti ile bir engel vücuda getirmemesi, demokrasi prensibinin önemli
esasıdır. O halde diyebiliriz ki, ferdî teşebbüs gelişmesinin bir engel
karşısında kalmaya başladığı nokta, devlet faaliyetinin sınırını teşkil
eder. Bu bakımdan genellikle belli zaman ve alanda sürekli bir özel
nitelik gösteren ekonomik bir işi, devlet üzerine alabilir." (Afet
İnan-M. Kemal Atatürk'ten Yazdıklarım, sh. 66, 67)